İnsan Kalabilmek ve İnsanlık Onurunu Koruyabilmek İçin O'na (s.a.s.) Muhtacız (Vaaz)

İnsan Kalabilmek ve İnsanlık Onurunu Koruyabilmek İçin O'na (s.a.s.) Muhtacız

Bir gün dünyaya bir yetim geldi. Amine’nin yetimine Muhammed ismi verildi. Abdulmuttalib, neden bu ismi tercih ettiğini soranlara; “Onun gökte ve yerde övülmesini istedim” dedi. Göktekiler ve yerdekiler O’nu zaten övmüşlerdi. Şimdi artık bu övgüye herkes nail olacaktı.

Hak yarattı Âlemi

Aşkına Muhammed’in

Yeri göğü yarattı

Şanına Muhammed’in

Herkes bir kurtarıcı bekliyordu. Kin kusan gönüllere de gereken, zulme uğrayanlara da gereken bir kurtarıcı. Dün olduğu gibi bugünde beklenen kurtarıcı.

Devir cahiliye devriydi. Gerçi O (s.a.s)’siz her dönem cahiliye dönemidir. İnsanlar bilgi bakımından, edebiyat bakımından cahil değildiler. Ama ahlaksızlık başını almış gitmiş idi. Menfaatler inançların önüne geçmişti. İnsanlar menfaatlerini ilahlaştırmışlardı. Menfaatlerine göre bir din uydurmuşlar, bu dine herkesin inanmasını istiyor, bunun için zorbaca davranışlar sergiliyorlardı.

Devirleri sorgulamak lazım. Devrimizi sorgulamak lazım. Kendimizi sorgulamak lazım. Acaba menfaatlerimizle dinimiz çatıştığında tercihimiz hangi yönde olduğunu sorgulamak lazım. Çünkü sadece Cahiliye Dönemi dün yaşanmış gibi düşünülmekte ve aktarılmakta. Oysaki her ne zaman menfaatler inancın önüne geçerse o devre Cahiliye Devri denilmesi gerekir.

Kur’an-ı Kerimden cahiliye döneminin o çirkin davranışlarını şöyle öğrenmekteyiz.

وَإِذَا بُشِّرَ أَحَدُهُمْ بِالأُنثَى ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدّاً وَهُوَ كَظِيمٌ{} يَتَوَارَى مِنَ الْقَوْمِ مِن سُوءِ مَا بُشِّرَ بِهِ أَيُمْسِكُهُ عَلَى هُونٍأَمْ يَدُسُّهُ فِي التُّرَابِ أَلاَ سَاء مَا يَحْكُمُونَ {}

“Onlardan birine kız (çocuk) müjdelendiği zaman içi öfkeyle-taşarak yüzü simsiyah kesilir.Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu, aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür! (Nahl, 16/58-59)

وَيَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللّهِمَا لاَ يَضُرُّهُمْ وَلاَ يَنفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هَـؤُلاء شُفَعَاؤُنَاعِندَ اللّهِ قُلْ أَتُنَبِّئُونَ اللّهَ بِمَا لاَ يَعْلَمُ فِي السَّمَاوَاتِ وَلاَفِي الأَرْضِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ

“Onlar, Allah'ı bırakarak, kendilerine fayda da zarar da veremeyen putlara taparlar: "Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır" derler. De ki: "Göklerde ve yerde, Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz?" Allah, onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir.” (Yunus, 10/18)

وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنزَلَ اللّهُ قَالُواْ بَلْ نَتَّبِعُ مَا أَلْفَيْنَا عَلَيْهِآبَاءنَا أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ شَيْئاً وَلاَيَهْتَدُونَ

“Onlara (müşriklere) ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ denildiği zaman, onlar, ‘hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız’ dediler. Atalarının akılları hiçbir şeye ermemiş ve doğruyu bulamıyor iseler de mi?.. (Bakara, 2/170)